Bugün Türkiye'de birçok vatandaşın dile getirdiği siyasi atmosfer, bazı yurttaşların hissiyatında Gazze'deki mazlumların duyulmakta zorlanan sesini anımsatan bir ifade baskısı duygusu oluşturuyor. Bu benzetme bir durum tespiti değil; tamamen toplumun bir kesiminde oluşan psikolojik algıyı anlatan bir yaklaşımdır.
Bazı yurttaşların hissiyatına göre, yönetim dili çoğu zaman kendi lehine şekilleniyormuş gibi algılanıyor.
Bir yanda devlet gücünün büyük ölçüde tek merkezde toplandığı yönünde kanaatler dile getirilirken, diğer yanda ise kendini susturulmuş, engellenmiş veya baskı altında hissettiğini söyleyen milyonlarca vatandaş bulunuyor.
Toplumdaki değerlendirmelere göre, muhalefetin yüzde 70'e yakın bir toplumsal karşılığı olduğu sıkça ifade ediliyor; ancak buna rağmen bu kesimin kendini ifade etmekte zorlandığı yönünde güçlü bir hissiyat var.
Haklı olduğunu düşünen insanlar dahi seslerini duyurmakta güçlük yaşadıklarını söylüyor. Mazlum konumundaki kişilerin hedef hâline geldiği yönünde yaygın bir kanaat bulunuyor.
Muhalefetin ve muhalif seçmenin bugün yaşadığını söylediği ortam, bazı yurttaşların hissiyatında Gazze'de duyulmayan sesleri çağrıştırıyor. Vatandaşların bir kısmı adalet arayışında zorluk yaşadığını, hukuki süreçlerle karşılaştığını, ekonomik veya sosyal olarak yıprandığını dile getiriyor. Tüm bunların üzerine bazı kesimler kendilerine haksız suçlamalar yöneltildiğini düşündüklerini ifade ediyor.
Yönetimle ilgili uygulamalar, hukuki süreçlerin tarafsızlığı konusunda toplumda çeşitli değerlendirmelere yol açıyor. Televizyonlarda çoğu zaman iktidarın söyleminin daha görünür olduğuna dair bir algı var. Gazetelerin önemli bir bölümü benzer bir çizgide yayın yapıyor. TikTok ve sosyal medyada dolaşan içeriklerin toplumu yanılttığına dair güçlü bir kanaat oluşmuş durumda. Bu bilgi kirliliği içinde milyonlarca yurttaş, gerçeği seçmenin zorlaştığını ifade ediyor.
Bazı yurttaşların değerlendirmesine göre, Gazze'deki mazlumlara güçlü şekilde el uzatılamaması, İslam coğrafyasındaki acıların yeterince duyurulamaması ve Müslüman ülkeler dağılırken Türkiye'nin etkisinin sınırlı kalması da içerdeki siyasi gerilimle ilişkilendiriliyor. Bir memleketin içindeki kutuplaşmanın dış politika reflekslerini zayıflattığı yönünde yorumlar yapılıyor.
Türkiye'nin yaşadığı sorun yalnızca ekonomi değildir. Toplumda yaygın bir kanaate göre asıl kriz; adalet duygusunun zayıflaması, liyakatin geri plana itildiği endişesi ve sadakatin belirleyici hâle geldiği yönündeki algıdır.
Bazı ülkeler bombalarla yıkılır; bazıları ise yanlış tercihler, baskılar ve algılarla zayıflatılır. Her iki durumda da mazlum kendini güçsüz hisseder.
Oysa bu millet bunları hak etmiyor.
Bu topraklarda yaşayan hiç kimse haksızlığa mahkûm değildir.
Hiçbir vatan evladının kıymeti gölgelenemez.
Bu topraklar bize emanettir.
Bu emanet hem millete hem mazlumlara aittir.
Emaneti koruyacak olanlar ise akıllı, ahlaklı, cesur, adaletli; milletin onuruna bağlı evlatlardır.
Zaman göstermiştir ki hiçbir adaletsiz düzen kalıcı değildir.
Gün gelir, hak mutlaka yerini bulur.
Devletin güçlü durduğu, hukukun sağlam olduğu bir ülkede milletin direnci de her daim ayakta kalır.
Çetin Ay
BWA Başkanı